8 Şubat 2009 Pazar

Kutuplar..

Evde bir gün dünyayı yaratmak istedim. Düşündüm nasıl yapabilirim diye. Kendi gerçekliğimde bazı nedenlerim vardı yaratırken, asla içindekilerin anlayamayacağı nedenlerdi bunlar. Neden yarattığım dünyayı kuzey kutbu yukarıda güney kutbu aşağıda olarak yarattım? Peki ben bu dünyayı yaratırken ayakta mı duruyordum, yoksa hep sevdiğim ayaklarımdan aşağı sarkarken mi yarattım? Benim için bir önemi var mıydı? Peki içinde yaşayanlar bunu düşünecekler miydi? Gerçekten nasıl bir düzlemdeydi onların dünyası? Belki de yatık duruyordu? Keza bir dün okula giderken dünyayı aldım cebime koydum. Cebimde olabildiğine yer değiştirmiştir kutupları. Ama içindekiler için hala kuzey ve güneyin ne taraf olduğunu biliyor olmak yetiyorsa bundan bana ne ki?

3 Şubat 2009 Salı

Doğruluk Üzerine

Doğru olmak, doğru kararı almak.. Geç tanıştığım ama sonradan favori yazarlarımdan biri haline gelen Malcolm Gladwell'ın "Blink" adlı kitabında güzel noktalar var. Anladığım kadarıyla bilinç altının ne kadar güçlü olduğundan bahsetmiş. Kararlarımızda da etkili olanın bilinöli düşünmekten ziyade bilinö altımızın olduğu üzerine bir kitap olmuş. Nefis örneklerle süslemiş bu savını da. Ki aslında çevremize yaşamımıza bakarsak da bu örnekleri görebiliriz. Hatta bir ara ileri gidip, bilinöli düşünmenin bizi yanıltabileceğinden bahsetmiş. Bu savı hem destekleyecek hem de çürütecek bazı örnekler verebiliriz.

Öncelikle çürütmek isteyen birinin ilk yapacağı şey alaycı bir gülümsemedir. Bu yeterli olacaktır. Saçmalık diye sözüne başlaması muhtemeldir. "O zaman düşünmeden yaşayalım! İçimizden nasıl geliyorsa öyle hareket edelim. Egomuza yenik düşelim sürekli alkollü gibi davranalım." Bu sözler de kitapta bahsedileni anlamadan söyleyenebilecek, hatta toplum tarafından bilgili zikredilecek insanlardan beklediğim sözler.

Bir savı insan desteklemek istiyorsa destekler, çürütmek istiyorsa çürütür. Hele yeterince araştırma yapılamamış alanlarda. Yada gerçeklik nedir? Matematiksel işlemler üzerinden yürütüyoruz herşeyimizi ancak matematik gerçek mi? Bu doğru mu?

Bu bazen de tuhaf bir inşaata benziyor. Öncelikle bir çimento geliyor elimize. Bunu temelde kullanıyoruz ve diyoruz ki, bu çimento hakiki çimentoysa bu temele hiçbir şey olmaz. Sonra birinci katı temele uydurup yapıyoruz. Temel sağlam diyoruz birinci kata hiçbirşey olmaz. İkinci kat üçüncü kat derken bir bakmışız koca bir bina olmuş. Doğru, kendi içerisinde uyumlu ama hala kullanılan çimentoyu bilmiyoruz ki.. Aslında temelle de en üst kat arasında doğrudan bir bağlantı bulunabilse belki gerçekliğini ispatlamış oluruz. Problemin çözümünü koca bir bina olarak ele alırsak ve en yüksek katını da çözüm kümesinde bir eleman olarak alırsak, bu binanın tamamen sağlam olması için temel çözümle en kompleksine de ulaiabilmemiz lazım. Belki de en kompleksinin de temel çözümü oluşturması lazım. Şimdilik bu kadar yeter..

Kurduğumuz bina da deprem olana kadar yaşayabiliriz, belki de binanın çöktüğü gün, kıyamet günü olarak tanımlanan gündür. Tüm formüller tersine döner, inandığımız herşey başımıza yıkılır?

Hayata Anahtar Deliğinden Bakmak

Bir odanın içini merak ederiz. kapı kilitlidir. Şöyle bir anahtar deliğinden bakarız ya...

Hayatta da görmeden inanmayız, gözümüz görsün isteriz. Daha da tehlikelisi gözümün gördüğünün ancak doğru belleriz. O kadar da incedir ki o çizgi. Onlara inanmayacaksak neye inanacağız? Belki de onlar bir aldatmaca olarak verildiler? Hakikatlerin bu kadar açık ortada duracağını nasıl iddia edebilirz?

Anahtar deliğinden baktığımızda gördüklerimizden çok göremediklerimiz önemlidir. Hiç bir iş o kadar alani yapılmaz. Hayatta da, bir oda da herkes bilir nerelerden nelerin görülebileceğini. Boş bir oda da boş bir yatak görülebilir. Buna inanırız ve içimiz rahattır. Peki oda topu topu 4 metrekareden mi oluşmaktadır? Bazen aklıma takılan da budur. İnsan aslında bu kadar kolay kanabilir. O 4 metrekarenin kutsallığıdır belki inandığı. Beyninde başka bir anahtar deliğidir bu. Yaratıcılık. Yaratıcılıktan yoksunsan bir değil milyonlarca anahtar deliğinden bakarsın ancak. Yazık!

İstatisklerde bu yüzden düşündürür. Günümüz olayları da.. Ne doğrudur, bizim ne kadarını bilmemiz gerekiyor? Hepsini görürsek de çıldırırız bu doğru. Ancak gerçeği aradığını iddia edenler gerçeğin ne kadarını bulabiliyorlar? Bulduklarıyla yetinmek, belki de içini bir rahatlatma yöntemi. Yoksaymak, gece yarısı korkup yatağının altına saklanan bir kız çocuğu gibi..

Tarihte de o kadar çok kanıtı var ki. Aslında gerçek diye birşey olmadığını da çok tartışmış insanlar. Bakış açısı, empati, vs. vs. Gerçekliği yaratan, belki de o anki olayı nasıl almak istememiz. Aynı olayı iki kişi bu kadar farklı yorumlayabilirken hangisinin gerçek olduğunu varsayabiliriz? Ancak demokrasi gibi kokuşmaya yüz tutmuş bir yaklaşım gösterebiliriz. Hangi fikirden insan daha çoksa o fikir kabul görür. Belki de o fikirin doğruluğu da bu şekilde kanıtlanmış olur. Ama peki gerçekten düşünüyorum diyen bir insan bununla yetinmeli mi? Tabi ki toplumdaki herkesin gerçeği arayışı, bu arayışı zayıflatır. Bu toplumun düşünmekten ziyade, kaymağını yiyen insanlara da ihtiyacı var. Düşünenlere hem hizmet edip hem de mutlu olan insanlara.. İyi işletmeciler olmazsa, düşünen insanlar daha düzgün düşünemezler. Bu işletmeciler de çok düşünürse.. Akla ingilizce bir tekerleme geliyo, Türkçesi şöyle gibiydi: "bir kuş,bir ayağının ardından hangi ayağını atacağını düşünürse yürüyebilir mi?". Pek tabi ki herkesin düşünmesi gerektiğini savunmayacağım..

Bu sözlerimden şöyle bir sonuç çıkar o zaman: "bazıları düşünebilir bazıları ise düşünemez!" ve sanki bu hakkı ben tanıyormuşum gibi..

Belki ben de düşünce alemini bir anahtar deliğinden görüyorum.. Ama bildiğim birşey var, o da belki bu kadar düşünmek yerine o anahtar deliğinden görüp gerçekleri aramadan okuduklarıma inanıp rahat bir hayat sürmek istemem. Ama olmuyor.. Bu arayış ne kadar sürer? Bu bir kişilk özelliği galiba, belki de bir deformasyon.. Belki de psikolojide vardır böyle bir hastalık.. Bilmiyorum ama koca bir futbol maçını sadece kale arkasından seyretmek gibi geliyor ötesi..

İyi haftalar...