3 Şubat 2009 Salı

Hayata Anahtar Deliğinden Bakmak

Bir odanın içini merak ederiz. kapı kilitlidir. Şöyle bir anahtar deliğinden bakarız ya...

Hayatta da görmeden inanmayız, gözümüz görsün isteriz. Daha da tehlikelisi gözümün gördüğünün ancak doğru belleriz. O kadar da incedir ki o çizgi. Onlara inanmayacaksak neye inanacağız? Belki de onlar bir aldatmaca olarak verildiler? Hakikatlerin bu kadar açık ortada duracağını nasıl iddia edebilirz?

Anahtar deliğinden baktığımızda gördüklerimizden çok göremediklerimiz önemlidir. Hiç bir iş o kadar alani yapılmaz. Hayatta da, bir oda da herkes bilir nerelerden nelerin görülebileceğini. Boş bir oda da boş bir yatak görülebilir. Buna inanırız ve içimiz rahattır. Peki oda topu topu 4 metrekareden mi oluşmaktadır? Bazen aklıma takılan da budur. İnsan aslında bu kadar kolay kanabilir. O 4 metrekarenin kutsallığıdır belki inandığı. Beyninde başka bir anahtar deliğidir bu. Yaratıcılık. Yaratıcılıktan yoksunsan bir değil milyonlarca anahtar deliğinden bakarsın ancak. Yazık!

İstatisklerde bu yüzden düşündürür. Günümüz olayları da.. Ne doğrudur, bizim ne kadarını bilmemiz gerekiyor? Hepsini görürsek de çıldırırız bu doğru. Ancak gerçeği aradığını iddia edenler gerçeğin ne kadarını bulabiliyorlar? Bulduklarıyla yetinmek, belki de içini bir rahatlatma yöntemi. Yoksaymak, gece yarısı korkup yatağının altına saklanan bir kız çocuğu gibi..

Tarihte de o kadar çok kanıtı var ki. Aslında gerçek diye birşey olmadığını da çok tartışmış insanlar. Bakış açısı, empati, vs. vs. Gerçekliği yaratan, belki de o anki olayı nasıl almak istememiz. Aynı olayı iki kişi bu kadar farklı yorumlayabilirken hangisinin gerçek olduğunu varsayabiliriz? Ancak demokrasi gibi kokuşmaya yüz tutmuş bir yaklaşım gösterebiliriz. Hangi fikirden insan daha çoksa o fikir kabul görür. Belki de o fikirin doğruluğu da bu şekilde kanıtlanmış olur. Ama peki gerçekten düşünüyorum diyen bir insan bununla yetinmeli mi? Tabi ki toplumdaki herkesin gerçeği arayışı, bu arayışı zayıflatır. Bu toplumun düşünmekten ziyade, kaymağını yiyen insanlara da ihtiyacı var. Düşünenlere hem hizmet edip hem de mutlu olan insanlara.. İyi işletmeciler olmazsa, düşünen insanlar daha düzgün düşünemezler. Bu işletmeciler de çok düşünürse.. Akla ingilizce bir tekerleme geliyo, Türkçesi şöyle gibiydi: "bir kuş,bir ayağının ardından hangi ayağını atacağını düşünürse yürüyebilir mi?". Pek tabi ki herkesin düşünmesi gerektiğini savunmayacağım..

Bu sözlerimden şöyle bir sonuç çıkar o zaman: "bazıları düşünebilir bazıları ise düşünemez!" ve sanki bu hakkı ben tanıyormuşum gibi..

Belki ben de düşünce alemini bir anahtar deliğinden görüyorum.. Ama bildiğim birşey var, o da belki bu kadar düşünmek yerine o anahtar deliğinden görüp gerçekleri aramadan okuduklarıma inanıp rahat bir hayat sürmek istemem. Ama olmuyor.. Bu arayış ne kadar sürer? Bu bir kişilk özelliği galiba, belki de bir deformasyon.. Belki de psikolojide vardır böyle bir hastalık.. Bilmiyorum ama koca bir futbol maçını sadece kale arkasından seyretmek gibi geliyor ötesi..

İyi haftalar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder